Göbel Kaplıcaları Hangi Hastalıklara İyi Gelir? Şifa, İktidar ve Toplumsal Düzen Üzerine Politik Bir Okuma
Bir siyaset bilimcinin düşünce günlüğünden:
Toplumun iyileşme biçimleri, yalnızca bedensel değil, aynı zamanda politik süreçlerdir. “Göbel Kaplıcaları hangi hastalıklara iyi gelir?” sorusu, ilk bakışta sağlık odaklı bir merak gibi görünse de, aslında iktidarın, kurumların ve ideolojinin insan bedeni üzerindeki sessiz tahakkümünü tartışmaya açar. Çünkü sağlık, tıpkı siyaset gibi, bir iktidar alanıdır.
Göbel Kaplıcaları — Kütahya’nın Emet ilçesinde, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği bir şifa mekânı — yüzyıllardır insanlara sadece fiziksel değil, aynı zamanda toplumsal bir iyileşme deneyimi sunar. Ama bu “şifa” kimin içindir? Kim erişebilir, kim dışlanır? Kim bedensel sağlığıyla, kim toplumsal konumuyla “iyileşme hakkına” sahip olur?
Kaplıca: Doğal Bir Kaynak mı, Toplumsal Bir Kurum mu?
Kaplıcalar, yalnızca sıcak suyun kaynadığı coğrafi alanlar değildir. Onlar, modern devletin biyopolitik düzeninin küçük laboratuvarlarıdır.
Michel Foucault’nun ifadesiyle, iktidar yalnızca baskı yoluyla değil, “bedenleri düzenleyerek” işler. Göbel Kaplıcaları da bu anlamda, bedenin ve sağlığın üzerinden kurulan bir iktidar sahasıdır.
Kimler bu kaynaklardan faydalanabilir? Kimlerin sağlık hizmetine erişimi vardır? Devlet, kaplıca politikalarını nasıl belirler? Bu sorular, bir şifanın ötesinde, vatandaşlığın sınırlarını da belirler. Göbel’deki sıcak su, bir yandan romatizma ve cilt hastalıklarını iyileştirirken; diğer yandan sınıf, cinsiyet ve kimlik temelli eşitsizlikleri görünür kılar.
İdeoloji ve Şifanın Görünmez Politikası
Göbel Kaplıcaları genellikle romatizmal hastalıklar, eklem rahatsızlıkları, sindirim sistemi sorunları ve cilt hastalıkları üzerinde etkili olduğu söylenir. Ancak asıl ilginç olan, bu bilginin nasıl üretildiğidir.
Bilimsel veriler, turizm politikalarıyla birleşir; yerel yönetimler, termal ekonomiyi bir “kalkınma ideolojisi” olarak sunar.
Sonuç olarak kaplıca, yalnızca bir sağlık mekânı değil, aynı zamanda ekonomik ve politik bir mitolojiye dönüşür.
İdeoloji, suyun sıcaklığına karışır; tedavi, bir inanç biçimi hâlini alır.
Erkeklerin Güç Odaklı, Kadınların Katılım Odaklı Şifa Politikası
Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında, Göbel Kaplıcaları bir mikro-toplum örneğidir.
Erkekler, bu alanı genellikle stratejik ve kontrol odaklı biçimde sahiplenir: yatırım, yönetim, kurumsal otorite.
Kadınlar ise aynı mekânı demokratik katılım ve dayanışma üzerinden yeniden inşa eder.
Bir kadın, Göbel’de yalnızca bedenini değil, aynı zamanda toplumsal varlığını da iyileştirir. Kadınlar için kaplıca, bir güç mekânı değil, bir paylaşım alanıdır.
Böylece “şifa” kavramı, eril iktidarın sınırlarını aşarak, toplumsal dayanışmanın bir metaforuna dönüşür.
Vatandaşlık ve Erişim: Şifaya Kimin Hakkı Var?
Devletin sağlık politikaları, vatandaşlık kavramının pratik sınırlarını belirler.
Bir kaplıcaya erişim, aslında bir vatandaşlık testidir. Göbel Kaplıcaları’na kim gelebiliyor? Kim ekonomik olarak bunu karşılayabiliyor?
Kırsal bölgelerde yaşayan, düşük gelirli vatandaşlar için termal turizm, çoğu zaman erişilemeyen bir “lüks sağlık” biçimidir.
Dolayısıyla, kaplıca yalnızca romatizmaya değil, toplumsal adaletsizliklere de işaret eder.
Suyun ısısı bedenleri rahatlatırken, sistemin soğukluğu birçok insanı dışarıda bırakır.
Peki, bu durumda “şifa” bir hak mı, yoksa bir ayrıcalık mı?
Sonuç: Şifanın Siyaseti
Göbel Kaplıcaları, bir sağlık mekânından çok daha fazlasıdır.
O, iktidarın, cinsiyetin ve vatandaşlığın kesişiminde duran bir aynadır.
Kaplıcanın şifası, yalnızca fiziksel değil; toplumsal, kültürel ve politik düzlemlerde de işler.
Devletin politikasıyla bireyin bedeni arasındaki o görünmez bağ, her sıcak su damlasında yeniden kurulur.
Her banyo, aslında bir siyasal ritüeldir.
Ve işte asıl soru şudur: Göbel Kaplıcaları gerçekten hastalıkları mı iyileştiriyor, yoksa toplumun kendi çelişkilerini mi görünmez kılıyor?